Vergi yükümü Anayasamızın 73. maddesinde ifadesini bularak herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle mükelleftirler. Bir mükellefin, mükellef olabilmesi veya bu kişiden ve idare tarafından vergi talep edilebilmesi için bu kişi tarafından gelirin elde edilmiş olması veya vergiyi doğuran olayın gerçekleşmiş olması veyahutta hukuksal durumun tamamlanmış olması zorunludur.Vergi hukukunda ve yargısında tebligat çok önemlidir. Hiçbir vesika tebliğ edilmeden hüküm ifade etmez. Tebligat yapılmadan da hiçbir şekilde icrai takip yapılamaz. Çok özel durumlarda bu tebligat ilan yoluyla da yapılabilecektir. Tebligat yapılmamışsa mükellef yasal haklarını hiçbir yerde takip edemez ve idare de tebligat yapmadan mükellef nezdinde bir talepte bulunamaz
(1).
Vergi yönetiminin her türlü eylem ve işlemleri Anayasamızın 125. maddesine göre, yargı yolu açık olmak üzere denetime tabi tutulmuştur. Vergi yargısı uzun ve sabır isteyen meşakkatli bir yoldur. Vergi idaresinin her türlü vergisel tebligatlarına karşı vergi mahkemelerinde veya idare mahkemelerinde dava yolu açıktır. Davanın açılması mükellefleri bu işlemlerden tam manasıyla koruyup/korumadığı tartışılabilir. Örneğin, bir şirket borcu dolayısıyla çok kısa bir süre şirkette ortak olan kişinin sahip olduğu araçlarına önce haciz konulması daha sonra bu kişi adına 5 ay sonra ödeme emri tebliğ edilmesi yasal ve isabetli değildir. Ancak idare, haciz koyduğu tarihte mükellefe henüz ödeme emri tebliği yapmamıştır. İdare önce araca haciz koymakta ve 5-6 ay sonra da söz konusu ödeme emirlerini bireyselleştirerek ilgili kişiye tebliğ etme yolunu tercih etmektedir. Oysaki, işlemlerin tam aksi yönünde yürütülmesi esastır. Yani, önce kişinin ödeme emri tebliğ edilmeli ve bu ödeme emrinin kesinleşmesine göre de ayrıca kişinin aracına haciz konulması aşamasına gelinmelidir. Özetle bu aşamada, ödeme emri kesinleşmeden hiçbir icrai işlem tesis edilemeyecektir.
Dava edildiği andan itibaren başlayıp, dava neticeleninceye kadar (tashihi karar dahil) olan süreç bizi yargılama hukukunun içine dahil etmektedir. Vergi mükelleflerinin, vergi yargılaması süresi içinde “adil yargılamayı” talep etme hakları bulunmaktadır. Adil yargılama hakkı denilince aklımıza, İdari Yargılama Usul Kanunun 27, 28 ve Anayasamızın 36. maddesi gelmektedir. İYUK’nun 28/1 md. hükmü hukuka aykırı bir uygulamayı öngörmektedir. Oysaki, mahkeme kararlarının infaz süresi açık olmasına rağmen bu madde hükmüne göre haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceği yöndeki hüküm mükellef haklarına aykırılık teşkil etmektedir. Maddeye göre, vergi mahkemesinde açtığı davayı kazanan mükellefin bu davası en son yargı mercii olan Danıştay’dan kesin karar alınmadığı sürece mükellefin açtığı davayı kazanmasının hiçbir anlamı yoktur. yine diğer taraftan, adil yargılama hakkı ile ilgili olarak Anayasamızın 36. maddesinde hak arama hürriyeti konusu işlenmiştir. Bu hakla kişilerin yargılamanın süresince ve bu sürece ilişkin konumları adil yargılama hakkı güvenceye alınmıştır. Adil yargılanma hakkı denilince, mahkemeye erişim hakkı, yargılama sürecinde makul süre hakkı, kamuya açık duruşma hakkı, susma hakkı, silahların eşitliği hakkı, adli yardım hakkı ve nihayet vergi cezalarının mirasçılara intikal etmemesi ve masumiyet karinesi de sayılabilir.
Yeniden başa dönersek, mükellefin dava açması idari işlemi veya vergi dairesi tarafından önerilen tarhiyatı veya uygulana hacze her zaman mükellef lehine çözmeyebilecektir. İdare, 2577 sayılı yasanın 28. maddesinin 1. bendi hükmü uyarınca bazı davalarda kesinleşmiş kararın gelmesini beklenilmektedir. Burada esasında mükellefin hakları ihlal edilmektedir. Vergi mükellefleri tarafından dava açılması her zaman tahakkuk eden tarhiyatlar için hukuki himayenin tam olduğu ve sağlanacağı güvencesini vermeyebilir. Halbuki, dava ve savunma hakkı bütün hakların koruyucusudur. Hukuksal koruma yok ise, o vakit o hakta fiilen yok sayılmaktadır. Dava hakkı olmayan borçlar “noksan borç” sayılmıştır(2). Hatta hukukumuzun da temeli olan Roma Hukukunda hakların doğumunun hukuki himaye yani dava hakkı ile olduğu, yani bir ilişkiye hukuki himaye tanındığında hak haline geldiği ifade edilmektedir(3).
Sonuç olarak, mükelleflerin kendilerine tebliğ edilen her türlü evrakları saklamaları, bu evrakların üzerinde yazılı belgeye göre dava açma hakkı, uzlaşma hakkı ve diğer yasal haklarının süresinde kullanmaları zorunludur. Süresinde gereği yapılmayan bir belge için mükellefin haklı olması halinde de süre aşımı dolayısıyla artık bu hak geriye dönüştürülemeyecektir. Süre geçici dolayısıyla mükellefin haklı olması halinde de artık bu hakkını araması yolları sınırlandırılmış olacaktır. Mükelleflerin alacağı önlemler evraktaki müracaat ve hakların kullanılması ile ilgili sürelere sıkı sıkıya bağlıdır. Genellikle bu süreler 7 gün veya 30 gün şeklinde olabilmektedir. Hiçbir evrak gelişi güzel mükellefe tebliğ edilemez. Tebliğ edilmiş ise, tebliğ edilen bu evrakın mutlak bir anlamı bulunmaktadır. tebliğ edilen evrak üzerine mükellef tarafından duyarsız kalınması durumunda ileride bu mükellefin başı derde girebilir. Ve hatta sermayesini, servetini dahi kaybedebilir. Tebligatın da mükellefe veya yasada sayılan kimselere mutlaka tebliğ edilmesi zorunludur. Mükellefin işyerindeki misafirine veya akrabasına tebligat yapılamaz. Tebliğin kimlere yapılacağı 213 sayılı VUK’nun 94. maddesinde belirtilmiştir. Mükellefin işçisine tebligat yapılabilir. Mükellefin 18 yaşından küçük çocuğuna tebligat yapılamaz. Tebligat ile ilgili hususlarda vergi dairesi personelinin de çok dikkat etmesi gereklidir. Mükellefin yokluğunda yapılacak tebligatlarda, tebligat yapılan kişinin VUK 94. madde hükmüne uygun olmaması halinde yapılan tebligat hukuken geçerli değildir. Nazlı Gaye Alpaslan Güven