İnsanın beş duyusu olduğu fikri Aristo’ya dayanır. Ama fazlası var …
Bazı insanlar şu meşhur beş duyudan çok daha fazlasına sahiptir. Olağanüstü sayılan başka hisleri ve güçleri vardır. Bunların en önemlisi “force” gücüdür. Force gücü ile uzaktan herhangi bir temasta bulunmadan cisimler hareket ettirilebilir. Çevrede olan canlı ve cansız varlıklar görmeden ve duymadan algılanabilir. Başkalarının aklından geçenler okunabilir. Konuşmadan, görmeden ve dokunmadan iletişim kurulabilir. Gerektiğinde force gücünü kullanarak kendini çevreleyen bir koruma kalkanı oluşturulabilir. En azından benim oğlum 5 yaşına kadar bunlara inanıyordu. Artık ben de ekstra güçlerin varlığına inanıyorum. Çünkü bilim insanları akla hayale gelmeyen ekstra duyu ve güçlerin insanlarda var olduğunu kanıtladılar.
İnsanın beş duyusu olduğu fikri Aristo’ya dayanır. Görme, duyma, tat alma, koku alma ve dokunma duyularımız olduğunu ilkokulda öğretirler ama aslında hepimiz başkaları da olduğunun farkındayız. Sıcaklığı, açlığı, susuzluğu ve acıyı gayet net hissedebiliyoruz. Denge hissimiz var. Normalde bir objenin düşmemesinin en kesin yolu üç ayağının olmasıdır. Ama hepimiz iki ayak üzerinde dengemizi korumayı otomatik olarak beceriyoruz. Tek ayak üzerinde bile duruyoruz. Bazıları tek elinin üzerinde bile durabiliyor ama onları Acun’un “Yetenek Sizsiniz” yarışmasında görebilirsiniz. Bunları yapabilmek için kulağımızın içinde bir su terazisi bulunuyor. Yani ona benzeyen kulak içi sıvısı ve seviye algılayıcılarımız var. Aynı marangozun kullandığı su terazisi gibi çalışıyor. Aslında insan sadece dengesinin değil bütün vücut parçalarını tam olarak nerede olduğunu görmeden algılıyor. Kapatın gözünüzü kulağınıza, burnunuza, ayağınıza hatasız olarak dokunabiliyorsunuz. Sadece bunu toplum içinde yapmayın komik gözüküyor. Nörologlar buna konum duyusu (Proprioception) diyorlar. İnsan köylerden şehirlere taşınmaya başladığından beri bu duyumuz körelmeye başladı. Bir ofis çalışanı günde ortalama 10 saatini oturarak geçiriyor. Çoğunlukla kambur oturuyor ve bu iskeletimize yük bindiriyor. Amerikalı bir şirket bu soruna çözüm getirmiş. Geliştirdikleri Lumo adlı ürün yaka iğnesi veya kolye gibi üzerinize takılabiliyor. Cihazın üzerinde konum ve açı algılayıcılar var. Sizin yetersiz kalan konum ve denge duyularınızın yerine geçiyor. Her kambur oturduğunuzda sizi sesle uyarıyor. Hatta masa başında ne kadar oturduğunuza bakıyor ve arada bir kalkıp yürümenizi istiyor. Çok hareketsiz kalırsanız, size bağırıp haşlıyor. Lumo’ya benzeyen onlarca yerli ve yabancı ürünler çıkmaya başladı. Bir tane edinmekte yarar var.
İnsan duyularından birini öne çıkarmak gerekse görmeyi seçerdim. İnsan beyni de böyle yapıyor. Çevresiyle ilgili bilgilerin çoğunu gözden alıyor. En çok göze güveniyor. İki insan arasındaki konuşma bilimsel olarak incelendiğinde insan beyninin sadece %10 duyduklarına önem verdiğini ispatlandı. Beyin, %30 ses tonunu ama %60’lık en büyük pay ile gözüyle gördüklerini önemsiyor. Yani karşımızdakine derdimizi anlatırken büyük çoğunlukla beden dili ile konuşuyoruz. Bu konuda eğitim almış uzmanlar karşısındakinin yalan söylediğini büyük bir başarı oranıyla anlayabiliyorlar. Gözlerin hareketleri, ellerin istem dışı ağızı kapatmak istemesi veya burnu kaşıması, bazı kasların kasılması, yüzdeki ufak hareketler eğitimli gözler için yalan makinası kadar işe yarıyor. Tabii yalan söyleyen de bu işte uzman ise pek şansınız yok. Altıncı his efsanelerinin arkasında da aslında beynimizin tüm duyu organlarının yardımıyla önceden olacakları sezmesi rol oynuyor. Bir örnekle anlatmak gerekirse; yanmakta olan bir binada patlama olmadan önce bunu hisseden ve tüm arkadaşlarını dışarı çıkaran bir itfaiyeci, aslında farkında olmadan çevresinden gelen işaretleri okuyor. Sıcaklığın geliş yönü, yangının çıkardığı değişik sesler, hissettiği hava akımı, alevlerin hareketleri, binanın içindeki cisimler ve pozisyonları; hepsi toplamda bilinçaltında bir patlama olacağına işaret ediyor. Bilinçaltının işlediği tüm bu işaretler, bize tek bir altıncı his gibi geliyor. Bilimsel olarak buna “eksta uyaran algısı” deniliyor. Yeni tanıştığınız biri hakkında hemen olumlu veya olumsuz hisler edinmeniz de buna bir örnektir. İnsan karşısındakini yaklaşık 5 saniye içerisinde beden dilini okuyarak analiz ediyor. Geçmişte tanıştığı insanlarla karşılaştırıp bir profile oturtuyor. İnsan deneyim kazandıkça elindeki profil sayısı artıyor. Deneyim burada yarar sağlıyor ama beden dili okumanın esas uzmanı çocuklar. Bu algı doğuştan sonra en yüksek seviyesindedir. Çocukların sözleri ve kavramları işleme kapasitesi henüz gelişmemiş olduğundan tamamen diğer algılarına bağımlılar.
Daha da ilginç olanı uzmanlar için birinin düşüncelerini okumak bile uçuk sayılmaz. Garip belgeseller izlemek benim televizyon alışkanlıklarımın biridir. Son dönemde izlediğim sansasyonel programlar biri “Deception with Keith Barry”’ idi. Keith bilimsel ip uçlarını mükemmel kullanan bir artist. İnsanlara sorduğu sorulara verilen görsel tepkileri takip ederek birinin banka şifresini, sevgilisinin adını veya aklından tuttuğu bir cismi tahmin edebiliyor. Amerikan sınır güvenliği birimi bu bilgiyi kullanan bir kamera okuma teknolojisini kullanmaya başladı. Her gün binlerce kişinin geçtiği pasaport girişlerine kurulan kamera sistemleri sadece aranan kişileri tespit etmekle kalmıyor. İnsanların istemeden verdikleri görsel tepkilerden tehlike yaratabilecek kişileri tahmin ediyor. Bu teknolojinin özel amaçlı kullanımı Google Glass gibi gözlük sistemlerine de gelmeye başladı. Gözlük, üzerine takılı olan kameradan aldığı görüntüleri kendi işlemcisinde veya internete göndererek işliyor. Sonuçlar gözlük camına bilgisayar ekranı gibi yansıtılıyor. Bu bilgiler arasında; kayıtlı ise kişinin kimlik bilgileri, yaşı, o andaki ruh hali de olabiliyor. Yakında karşımızdakinin söylediklerindeki doğruluk oranı da olacak. İş buralara geldiğinde hepimiz birer tane gözlük takmadan duramayacağız. Ama parasına kıyamayıp biraz daha bekleyenler pişman olmazlar. Innovega adlı Amerikan firması tüm bu özellikleri bir kontak lense sığdırmaya çalışıyor. Bu konuda tek değil. İsviçre EPFL üniversitesi otomatik zoom yapan lens, Samsung LED ekran içeren lens, Google gözden kan şekeri ölçen lens üzerinde çalışıyor.
Kelimenin tam anlamıyla düşünce okuyanlar EEG (Elektro Encephalo Graphy) cihazları kullanıyorlar. Eskiden bu cihazları kullananlara bilim insanı denirdi. Şimdi 200TL’ye alacağınız basit bir EEG cihazıyla siz bile yapabilirsiniz. EEG cihazları ile beynimizin iç çalışması sırasında ürettiği elektrik sinyallerini okuyorlar. Beynimiz bilgiyi tutmak ve işlemek için bir nöron ağı ile donatılmış. Bu nöronlar arasındaki bilgi otobüsü ise elektrik sinyalleri. EEG’nin çalışma prensibi iki kişinin arasındaki şifreli cep telefonu konuşmasını araya girip dinlemeye benziyor. EEG beyindeki sinyalleri alıp kaydediyor. Bundan sonrası şifre kırma işi ve bu işte oldukça ilerledik. EEG sinyallerine bakarak insanların ruh halini anlıyorlar, vücut organlarına gönderdikleri komutları çözüyorlar, hatta aklından canlandırdığı bir resmi alıp kağıda bile çizme aşamasına geldiler. Bu araştırmaların bir başka kolunda; beyin dalgaları ile alet-edevat kullanmayı, drone uçurmayı, sadece düşünerek yazı yazmayı başarıyla test ettiler. Şu anda en popüler olan uygulaması ise “EEG Game Controller”. Çılgın bir alan, beyin dalgaları ile bilgisayar oyunları oynuyorsunuz. Bu işin lideri Emotiv firması gibi duruyor. EEG dünyası yakın zamanda en çok gelişme olmasını beklediğim alan.
Eğer göze takılan elektronik lens, kafaya takılan EEG şapkası, yakaya takılan sensörler bizi meşhur Robocop’a benzetir diyorsanız yanılıyorsunuz. Esas bomba Exoskeleton denen “dış iskelet” ile geliyor. İlk örneklerini Hollywood’un Ellysium ve Yarının Sınırında (Edge of Tomorrow) filmlerinde Matt Dimon ve Tom Cruise bize gösterdiler. Dış iskeletler sadece askeri amaçlarla değil sağlık ve üretimde de kendine kullanım alanı buluyor. Fabrikalarda her ne kadar robotlar insanlardan rol çaldıysa da yine birçok iş insan algısı ve yeteneklerini gerektiriyor. Örneğin Audi’nin fabrikasındaki kaynak yapan robotları alıp Boeing’in uçak fabrikasında kullanamıyorlar. Ama ağır kaynak makinalarını gün boyunca taşıyan ve kullanan insanlara mekanik iskelet geliştirmişler. Bir başka deyişle adam robotu üzerine resmen giyiyor.
Son dönemde yaşlılar için geliştirilen destek iskelet ürünleri benim ilgimi çekmeye başladı. Malum yaş kemale eriyor. Fiziksel hareketlerde kısıtı olan veya yeterli kas gücü olmayan kişilerin hem günlük kullanımında hem de rehabilitasyonu sırasında dış iskelet kullanıyorlar. Hatta uzvunun kontrolünü tamamen yitirmiş olanlar için dış iskelet ve EEG ile beyin kontrolünü birleştirerek hareketi geri getirmeye çalışıyorlar. Sadece beyin dalgalarını okumakla da kalmadılar. İstedikleri bir sensörü doğrudan beyne bağlayabiliyorlar. Farelerle yapılan bir deneyde televizyon kumandasında olan infrared alıcıyı farenin beyninde bir alana bağladılar. Bize de bir Wifi sensörü taksalar, beleş Wifi aramaktan kurtulsak.
Aslında inanılmaz ama bilim, insanın çevresinde olan manyetik alanı algılayabildiğini ispat etti. İnsan gözünde bulunan crytochrome adlı bir protein manyetik değişimleri algılayabiliyor. Yani bizler de kuşlar ve arılar gibi otomatik olarak dünyanın manyetik alanını okuyarak yolumuzu bulabiliriz. Google ve Yandex harita uygulamaları olduğu için bu yetimizin pek gelişmediği aşikar.
Oğlum sen haklı çıktın. Biz insanlar düşündüğümüzden çok daha büyük güçlere sahibiz. Bilim bunun kanıtlarıyla dolu. Teknoloji de eksiklerimizin çoğunu kapatıyor. Geriye bir tek force gücü koruma kalkanı kaldı. Bunun var olduğuna dair bilimsel bulgular henüz ortada yok. Ama dert etme oğlum, eğer bir gün gerekirse ben sana kendimi siper ederim, 15 muhteşem yılın anısına.
kaynak:Metin Salt, General Manager at Vestel Ventures