Memur güvencesi kaldırılabilir mi?
Zaman zaman memur güvencesi kaldırılıyor veya kaldırılacak ifadelerine şahit alıyoruz. Bu yazımızda memur güvencesinin nereden kaynaklandığı ile bu güvencenin kaldırılmasının mümkün olup olamayacağını okuyucularımızla paylaşmaya çalışacağız.
Memur güvencesinin kaynağı nedir?
657 sayılı Kanun’un Güvenlik başlıklı 18’inci maddesinde; “Kanunlarda yazılı haller dışında devlet memurunun memurluğuna son verilmez, aylık ve başka hakları elinden alınamaz” hükmüne yer verilerek hangi hallerde memurluğun sona erdirileceği açıkça belirtilmiştir.
Yine bu kanunun değişik maddelerinde hangi hallerde memuriyetin sona ereceği ya da erdirileceği ifade edilmiştir. Buna göre devlet memurlarının; 657 sayılı Kanun hükümlerine göre memurluktan çıkarılması, memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan her hangi birini kaybetmesi, memurluktan çekilmesi, istek, yaş haddi, malûllük sebeplerinden biri ile emekliye ayrılması veya ölümü hallerinde memurluğu sona ermektedir.
Bu haller dışında memurların görevi sona erdirilememektedir. Bu hallerin gerçekleşmesi halinde dahi konu idari yargıya taşınırsa yargının verdiği karara göre işlem yapılmaktadır. Zaman zaman vicdanlarda dahi mahkûm olan birçok kişi yargı tarafından aklanabilmekte ve kamu kesimi bu personelle çalışmak zorunda kalmaktadır.
Statü değişikliği güvenceyi sona erdirir mi?
Her statü değişikliği güvenceyi sona erdirmez. Özellikle uzunca bir süre önce memurların sözleşmeli statüye geçirilmeye çalışılması acaba güvence kalkıyor mu endişesini beraberinde getirmiştir.
Memurların sözleşmeli olması tek başına iş güvencesini ortadan kaldırmaz. Özellikle de göreve alma ve göreve son vermenin şartları açıkça belirlendikten sonra iş güvencesi açısından sorun oluşmaz. Kaldı ki idari yargının yerleşik içtihatları, statüye bakmadan iş güvencesini koruma yönündedir ve bu durumun değişeceğini de düşünmüyoruz.
Nitekim 399 sayılı KHK kapsamındaki sözleşmeli personelin sözleşmesi yıllık olmasına rağmen iş güvencesi açısından sorun oluşmamıştır. Hiç kimse, sözleşmenin yıllık olmasını sözleşme bitince personelin kapı dışarı edileceği gibi algılamamıştır. KHK’nin uygulamaya başladığı ilk yıllarda küçük çaplı sorunlar çıkmış ancak, Danıştay kararları çerçevesinde iş güvencesi pekişmiştir. Amaç yüksek ücret, düşük iş güvencesi iken, yargı kararları ile yüksek ücret ve yüksek iş güvencesine dönüşmüştür.
İşçilerin iş güvencesinin memurlardan daha düşük olmasının sebebi nedir?
İşçiler memurlara göre iş güvencesi açısından daha risklidirler. Görevi sona erdirilen bir memur İdari Yargıda davayı kazandıktan sonra göreve başlatılmama gibi bir durumla karşılaşmaz. Ancak, işçilerin kamu kesiminde veya özel sektörde olmasının işe iade açısından bir farkı yoktur.
4857 sayılı İş Kanunu’nun Geçersiz Sebeple Yapılan Feshin Sonuçları başlıklı 21’inci maddesinde; “İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur. Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu hüküm gereğince ister kamu işçisi, isterse özel sektör işçisi olsun adli yargı mercilerince işe iade davası kazanılsa dahi işe başlatılmama riski vardır. Yani işçi statüsünde görev yapan personel, mahkeme kararında belirtilen en az dört en fazla sekiz aylık ücret tazminat ödenilerek işe başlatılmayabilir. Böyle bir durum 657 sayılı Kanun kapsamında olan bir personel için söz konusu değildir.
İş güvencesinin kaynağı Anayasa mıdır?
İş güvencesinin kaynağı ne memur statüsü ne de anayasal güvencedir. İş güvencesi kanunla sağlanır. Nitekim memurların iş güvencesinin kaynağı 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan katı kuralları ile idari yargının tutumudur. Şayet yukarıda belirtmiş olduğumuz 4857 sayılı Kanun’un 21’inci maddesinde yer alan hüküm olmasaydı, işe iade davasını kazanan işçilerin göreve başlatılması gerekirdi. Ancak, göreve başlatılmama halinde yaptırım açıkça belirtildiği için bu yaptırımı göze alan işverenler işe iade kararını uygulamama seçeneğini kullanabilmektedirler.
İş Kanunu’nda böyle bir düzenleme var diye kamu işçileri güvencesiz bir durumda değildir ve keyfi bir şekilde kapı dışarı edilmemektedir. Özellikle güçlü işçi sendikalarının olduğu dikkate alındığında, kamu işçileri açısından bu durumun güvencesiz bir durum diye algılanması doğru değildir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması iş güvencesinin zirvesidir
Memur güvencesinin zirvesi ise kamu kurumlarını en fazla sıkıntıya sokan konuların başında gelen adli yargı tarafından verilen kararlarda yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıdır. Haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünde karar verilen kişilerin memuriyetlerine hiçbir şey olmamaktadır. Ancak, ilgililer hakkında disiplin yönünden işlem yapılabilmektedir. Şayet ilgililer hakkında disiplin zamanaşımı dolmuşsa o takdirde yapılacak bir şey yoktur.
Görüleceği üzere, bazen çok büyük suçlar işleyen memurlar, aşırı iş güvencesi nedeniyle kamu düzenini adeta bozmaya zorlanmaktadır. Bazı kurumlarda adeta kurumun delisi haline gelmiş kişiler dahi oluşmuştur. Hatta zaman zaman almayı unuttuğu ilaçlar nedeniyle ortalığı bir birine katan birçok memur re’sen emekliye dahi sevk edilememektedir. Adeta kamu kurumları bu tür personellere katlanmak zorunda bırakılmıştır.
657 sayılı Kanun kapsamında görev yapan hiçbir memurun iş yapmadığı için ya da beceriksiz olduğu için görevine son verildiği vaki değildir. En kötü ihtimalle bu tür memurlara hiçbir iş verilmez. Bu personelin finansmanının asgari ücretle çalışan garibanların vergileriyle sağlandığı maalesef pek düşünülmez.
Hatta öyle bir noktaya gelinmiştir ki, hiçbir amir bu tür memurlara iş vermek dahi istememektedir. Çünkü, verilen işin peşinde koşmak gerekir, zamanında ve istenilen kalitede de bitirilmez. Nihayetinde amir bu tür personele iş vermekten illallah eder ve işi kendisi yapmaya karar verir ama bu personele hiçbir şey yapılamaz. Çünkü, 657 sayılı Kanun’un disiplin cezalarını düzenleyen 125’inci maddesinde beceriksizlik ya da niteliksiz iş yapmanın hiçbir yaptırımı yoktur.
İşçi-memur ayrımı yerine çalışan kavramının kullanılması tek başına sorunu çözmez. Elbette bunun için de Anayasa değişikliği yapılması gerekeceği açıktır. Böyle bir değişikliğin ise ciddi tartışmaları beraberinde getireceği kuşkusuzdur.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, sorunun kaynağı kavramlardan ve statülerden ziyade içeriktedir. Ancak, yapılacak her yeni düzenlemede günü kurtarmaktan ziyade uzun vadeli düşünmek esas olmalıdır. Aksi takdirde memurlar, amirlerin iki dudağı arasında perişan edilir. Netice olarak, el birliğiyle orta yolu bulmaktan başka çare olmadığını düşünüyoruz vesselam.