ÖZELLEŞTİRMENİN KISA BİR TARİHÇESİ

Tüpraş-1

ÖZELLEŞTİRMENİN KISA BİR TARİHÇESİ
Cumhuriyetin ilk yıllarında ve ekonomimizin en sıkıntılı dönemlerinde, bu gün Kamu İktisadi teşebbüsü (KİT) olarak nitelendirilen işletmeler çok büyük misyon üstlenerek adeta ekonominin lokomotifi olmuşlardır. Müteşebbis olarak hareket eden bu işletmeler, günümüzde zarar ettikleri ve misyonlarını tamamladıkları gerekçesiyle büyük bir hızla özelleştirilmektedirler.
Ülkemizde, karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş düşünceleri 1980 yılından itibaren dillendirilmeye başlanmıştır. Bu düşünce, 1983 yılından sonra bu konuda yapılan çalışmaları hızlandırmıştır. Bu bağlamda ekonomide serbestliği sağlamak amacıyla, süregelen ekonomik politikalarda bir dizi kararlar alınarak ve yasalar çıkartılarak önemli değişiklikler yapılmıştır. Alınan bu kararlar ve yapılan yasal düzenlemeler, özelleştirme uygulamalarını kolaylaştırıcı bir ekonomik ortam ve alt yapının oluşumuna da aynı zamanda olanak sağlamıştır. Özelleştirmeye ilişkin ilk hukuki düzenleme 1984 yılında 2983 sayılı Tasarrufların Teşviki ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması Hakkında Kanun ile yapılmıştır.
Bu yasayla, tasarrufların teşvik edilerek sağlanacak fonlarla kamu yatırımlarının hızlı gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Üst düzeyde kararlar almak üzere Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı Kurulu oluşturulmuştur. Alınacak kararları uygulamak üzere 1985 yılında 3188 sayılı Kanunla Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı kurulmuştur.
Gelir ortaklığı senedi verilmesi uygulaması, ilk defa 2983 sayılı Kanunla Türk Hukuk mevzuatına girmiştir. Gelir ortaklığı senetlerine ilişkin ayrıntılar daha sonra yürürlüğe konulan Kamu Ortaklığı Fonu Yönetmeliği ile belirlenmiştir. Bu yönetmelikle, kamu kurum ve kuruluşlarına ait köprü, baraj, elektrik santrali gibi alt yapı tesislerinin gelirlerine gerçek ve tüzel kişilerin ortak olması yolu açılmıştır.
Özelleştirme ile ilgili ilk kapsamlı düzenleme 1986 yılında 3291 sayılı Kanunla getirilmiştir. Söz konusu Kanunda, kamu kuruluşlarının özelleştirme kapsamına alınması ve uygulamaların yürütülmesine ilişkin esaslar belirlenmiştir. Özelleştirilmesine karar verilen İktisadi Devlet Teşekkülleri (İDT), Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK), müessese ve bağlı ortaklık ve işletmeler doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı’na bedelsiz olarak devredilmiştir.
Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi, 412 ve 414 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 1990 tarihinden itibaren Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı adı altında iki ayrı kuruluş olarak yeniden örgütlenmiştir.
Kamu Ortaklığı İdaresi, özelleştirme uygulamalarının yürütülmesi ve Kamu Ortaklığı Fonu ise Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının yönetimi konusunda görev yapmıştır.
3291 sayılı Kanunda yer alan özelleştirmeye ilişkin hükümlerin gelişen koşullara göre yetersiz kalması, özelleştirmede ortaya çıkan yetki kargaşası ve özelleştirmenin hukuki alt yapısının süratli bir özelleştirmeye olanak tanımaması yeniden bir düzenlemeyi gerektirmiştir. 1994 tarihinde yürürlüğe giren 3987 sayılı Yetki Kanununa dayalı olarak bir dizi Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştır. Ancak, 3987 sayılı Yasanın Anayasa Mahkemesince iptal edilmesiyle ortaya çıkan boşluk 1994/6 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla bir süre, önceki mevzuatın prensip kararı alınarak uygulanmasıyla geçici olarak doldurulmuşsa da yeni bir mevzuat ihtiyacını da beraberinde getirmiştir.
4046 sayılı Kanun ile Özelleştirme Yüksek Kurulu oluşturulmuş, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı kurularak görev ve yetkileri belirlenmiştir. Bu çerçevede Özelleştirme Fonu oluşturulmuş, özelleştirmenin kapsamı genişletilerek, İktisadi Devlet Teşekkülleri ile bunlara ait kurum ve payların yanı sıra, diğer kamu kurum ve kuruluşlarının da özelleştirilmesine olanak tanıyan düzenlemeler yapılmıştır. Yasayla aynı zamanda Çalışanların Tasarrufu Teşvik Hesabında toplanan paraların nemalandırılması görevi Hazine Müsteşarlığına verilmiştir.
4046 sayılı Kanunun uygulanması sırasında karşılaşılan hukuki sorunların giderilmesi amacıyla 1995 yılında 4105 sayılı Kanunla gerekli düzenlemeler yapılmıştır. Değişen şartlar karşısında yasa 2000 tarihinde 4568 sayılı Kanunla, 2002 yılında 4733 sayılı Kanunla, 2003 yılında 4971 sayılı Kanunla, 2004 yılında 5148 sayılı Kanunla değişikliğe uğramıştır.
2005 yılında 5398 sayılı Kanunla 4046 sayılı Kanunun ismi Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun olarak değiştirilmiştir. Kanunun denetime ilişkin 11’nci maddesinde, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Bütçesinin denetiminin Sayıştay Başkanlığınca yapılacağı belirtilmiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının çalışmaları ve Özelleştirme Fonunun kullanımı ile özelleştirme işlemleri sırasında her türlü hizmet ve uygulamaları Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun raporlarına istinaden TBMM KİT Komisyonunca denetlenmekte iken, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Özelleştirme İdaresi Başkanlığının Özel Bütçeli İdare kapsamına alınması nedeniyle 2006 yılından itibaren denetimi Sayıştay Başkanlığı tarafından yapılacaktır.
Özelleştirme; Blok Satış, Halka Arz, İMKB’de Satış, Tesis/Varlık Satışı, Bedelli Devir şekillerinde gerçekleştirilmektedir. Örneğin, 2000 yılında POAŞ hisselerinin yüzde 51’i blok satış, TÜPRAŞ hisselerinin yüzde 30’u halka arz yöntemiyle özelleştirilmiştir.
Kamu işletmeciliğinin mevcut kaynakları rasyonel, etkin ve verimli bir biçimde kullanmada yetersiz kalması ve alınan sonuçların ekonominin genel performansında önemli olumsuzluklara yol açarak ekonomik istikrarsızlığın başlıca nedeni olduğu görüşü, özelleştirme düşüncesinin temelinde yatmaktadır. Özelleştirme ile devletin ekonomiye olan müdahalesinin sınırlandırılarak, asgari düzeye indirilmesi, serbest piyasanın işleyişine etkinlik kazandırmak üzere kamu işletmelerinin mülkiyetinin çeşitli yöntemlerle özel kişi ve kuruluşlara devredilmesi amaçlanmaktadır.
Devletin başta gelen bazı temel görevleri vardır. Bunlar; adalet, eğitim, sağlık, güvenlik gibi görevlerdir. Öyle mekanizmalar geliştirilmelidir ki, devlet bu asli görevlerine daha çok kaynak ayırsın ve vatandaşının huzur ve refah düzeyini artırsın. Özelleştirmenin ana felsefesi; devletin asli görevleri için yapacağı harcamalar ile özel sektör tarafından üstlenilemeyecek alt yapı yatırımlarına yönelmesi, ekonominin pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir.
Bilinen bir gerçek de; devlet tarafından işletilen bu kurumlara, yeterince kaynak ayrılamaması işletmenin yenilenememesini de beraberinde getirdiği, politik müdahalelerle kapasitesinin üzerinde personel istihdam edilmesiyle de kurumların zarar etmesine neden olunduğuydu. Bu şekilde devam etmesi ise her geçen gün oluşan zararın büyümesine yol açmaktaydı. Özelleştirme ile ekonomik yönden; kamu mülkiyetinin özel kişi ve kuruluşlara devredilerek, mevcut kaynakların daha rasyonel etkin ve verimli kullanılması suretiyle, kamu işletmeciliğinin düşük olan genel performansının yükseltilmesi hedeflenmelidir.
Özelleştirme sosyal yönden; sermayeyi tabana yaymak suretiyle, daha geniş halk kitlelerinin hisse senedi sahipliği teşvik edilerek, gelir dağılımındaki dengesizliğin düzeltilmesini amaçlamalıdır. Bunun için de, blok satış yerine halka arz yönteminin kullanılması akla ve mantığa daha uygun gelmektedir.
Devlet için stratejik önem arz eden kurumların özelleştirilmesinde ihtiyatlı olunmakla beraber, gerçekten de ekonomiye yük teşkil eden kurumların biran önce elden çıkartılarak özelleştirilmesi ve kamunun ekonomiye olan müdahalesinin sınırlandırılması gerekmektedir.
Devletin eğitim, sağlık, adalet, güvenlik gibi asli görevlerine daha çok kaynak ayırabilmesi için özel sektör tarafından yapılabilecek hizmetlerden çekilmesini doğru bir karar olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak, devlet kamu işletmeciliğinin tamamından çekilmeli midir? Yoksa, kamu işletmeciliğinde terk edilecek alanların seçimi ve zamanlaması mı iyi yapılmalıdır? Konuyu iyi analiz etmek için Et ve Balık Kurumunun özelleştirme sürecini ve gelinen son durumu anlatmanın yararlı olacağını düşünmekteyim.
Et ve Balık Kurumu 1950’li yıllarda et endüstrisinin sağlayacağı ekonomik sonuçların yanı sıra üreticiden malın alınarak kesilmesi, stoklanması ve özellikle kış aylarında büyük yerleşim yerlerinin et açığının giderilmesi amacıyla 1952 yılında kurulmuştur. Tam 40 yıl süreyle kuruluş amacına uygun olarak hizmet veren Kurum, 1992 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile 3291 sayılı Kanun çerçevesinde özelleştirme kapsamına alınmış, 4046 sayılı Kanun ile de unvanı “Et ve Balık ürünleri Anonim Şirketi” olarak değiştirilmiştir.
Yaklaşık 14 yıl sonra, Özelleştirme Yüksek Kurulunun 26.08.2005 tarih ve 2005/104 sayılı Kararı ile kurum özelleştirme kapsam ve programından çıkarılarak eski statüsüne iade edilmiş ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile ilgilendirilmiştir.
Kurumun yeni statüsü; kurumun yeniden yapılandırılarak, hayvancılık sektöründe düzenleyici ve destekleyici bir rol üstlenmesi, ülke hayvancılığını teşvik ederek istikrarlı bir şekilde geliştirilmesine yardımcı olmak” olarak belirlenmiştir.
Kurumun yukarıda yazılı ana statüsü incelendiğinde, kurumun özelleştirme programında kaldığı 14 yıl süre içerisinde ülke hayvancılığının gerilediği, hayvancılığı teşvik edici argümanların geliştirilemediği sonucuna kolaylıkla varılabilmektedir. Kurumun eski statüsüne döndürülmesi oluşan olumsuzluğun giderilmesinde çözüm yolu olarak görülmüştür. Ancak, görünen o ki devletin hala belirli konularda bir süre daha kamu işletmeciliği yaparak lokomotif görevi görmesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, ülkenin sosyo-ekonomik durumu göz önünde bulundurularak kamu işletmeciliğinden çekilecek alanların saptanması gerekmektedir.
Ülkemiz için hayvancılık hala önemli bir konu olduğu herkesin malumudur. Özellikle güney ve güneydoğu bölgemizde yok olmak üzere olan hayvancılık sektörünün, kullandırılacak kredilerle yeniden canlandırılması ve desteklenmesi yöreye ekonomik canlılık katacaktır. Kentten köye göçü teşvik ederek, bu güne kadar yaşanan köyden kente göçü tersine döndürmede büyük katkı sağlayacak, aynı zamanda terörün panzehiri olabilecektir.
Bundan böyle kamu işletmeciliği alanında görev yapacaklar, Et ve Balık Kurumu özelleştirmesi ve gelinen bu noktadan bir kazanım çıkararak, süreci mutlaka ki daha iyi yöneteceklerdir.

Related Posts

Bağ-Kur’lular SSK’dan emekli olabilir mi?

Ali Şеrbеtçi – Bağ-Kur’lular SSK’dan еmеkli olabilir mi? 30 Ekim 2011 * 01.02.1965 doğumluyum. 10.10.1991’dе Esnaf Bağ-Kur oldum. 1991’dеn bеri еksiksiz pirim ödеmеktеyim. 1985’dе 18 ay askеrliğimi yaptım. Askеrliğimi ödеrsеm…

Derneklerin Vergisel Yükümleri Nelerdir?

Derneklerin de Vergi Yükümlülüğü Var   Ülkemizde toplum hayatının gerektirdiği dayanışma ve organizasyon ihtiyacı, vakıf ve derneklerin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Vakıf bir mal topluluğu olduğu için kısmen daha zor kurulurken, dernek…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Kaçırdığın Haberler

Derneklerin Vergisel Yükümleri Nelerdir?

  • By admin
  • Kasım 15, 2024
  • 0 views

Bağ-Kur’lular SSK’dan emekli olabilir mi?

  • By admin
  • Kasım 15, 2024
  • 0 views

ÖDEME EMRİNE KARŞI DAVA AÇMA SONUÇLARI

  • By admin
  • Kasım 15, 2024
  • 0 views

İş Deneyim Belgesinin Noter Onayı ve Apostil Tasdik Şerhi (Kik Kararı)

  • By admin
  • Kasım 15, 2024
  • 2 views
İş Deneyim Belgesinin Noter Onayı ve Apostil Tasdik Şerhi (Kik Kararı)

İş Sahibi İdare ile Alt Yüklenici Arasındaki İlişkinin Hukuki Niteliği

  • By admin
  • Kasım 15, 2024
  • 2 views
İş Sahibi İdare ile Alt Yüklenici Arasındaki İlişkinin Hukuki Niteliği

Avrupa Hesaplar Sistemi (ESA 95) Nedir?

  • By admin
  • Kasım 15, 2024
  • 1 views
Avrupa Hesaplar Sistemi (ESA 95) Nedir?